
Kemaliye
2020 yılında, Unesco Dünya Kültür Mirası Geçici Listesine alınan Kemaliye, farklı kültürlerin uyum içinde birlikte yaşamasıyla oluşan tarihi kültür dokusunu korumayı başarmış, ender yerlerden biri. Sadece sokaklarında dolaşmak, çay bahçelerinde oturup sohbet etmek bile yeterince keyif veriyor. Her dükkan, her satıcı, sokaktan geçen her kişinin anlatacak farklı bir hikayesi, öğrenilecek ilginç deneyimleri var.
İstanbul'a göçen, kariyerlerini orada zirveye taşımış Kemaliyeli bilim adamları, tüccar ve sanayiciler bölge ile bağlarını koparmamışlar, fırsat buldukça gelmiş, yardımlar, yatırımlar yapmışlar. Dolayısıyla yerel kültür gelişmeyi sürdürmüş, sürekli güncellenmiş.
KEMALİYE'Yİ TANIMAK
Kemaliye Meydanından başlayarak kentin üst yanında yer alan Mani Yoluna doğru yükselen, sonra da bir yay çizerek tekrar meydana dönen yürüyüş rotası, kentin tüm özeliklerini görmeye imkan veren bir tur sağlamakta. Meydandan yukarı çıkarken yolun kenarında yer alan otantik formları korunmuş dükkanların, çok fonksiyonlu (kapandığı zaman dükkanı koruyan, açıldığı zaman tezgah ve oturmak için tahjta sıra formuna dönen) kepenkleri gerçekten görmeye değer. 1987 yılındaki yangında ağır hasar gören dükkanlar ve evler sonradan eski formlarında yeniden yapıldığı için çarşı hala geçmişin canlı ticaret ortamının havasını yaşatıyor.
Çarşıdan yukarı mahallelere doğru çıkan yol bakımlı yöre evleri arasından geçerek Lökhane ve Değirmene ulaşıyor. Lök Kemaliye ve çevresine has bir ürün. Yörede çok yetişen beyaz dut ve cevizin başka hiç bir katkı maddesi olmaksızın dövülerek macun haline getirilmesiyle elde ediliyor. Bir taraftan saray sofralarında değerli bir tatlı olarak kabul yer alırken, diğer taraftan da yolların kapandığı, buğdayın gelmediği uzun kış aylarında Kemaliyelilerin hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları enerjiyi sağlamış. Lökhanenin yanında da yörede yetişen ve bir su değirmeni yer alıyor. Hala çalışır durumda. Geçmiş yıllarda yaşanan kıtlıklara ilişkin öykülerde, çevre köylerden Lök karşılığı alınan iki teneke buğdayın hane halkını nasıl mutlu ettiğini, Erzincan'a askeriyeye buğday taşıyan katır kervanından yalvar yakar alınan bir çuval buğdayın da burada öğütüldükten sonra köyde bayram havası estirdiğini büyük bir duygusallıkla anlatılmakta.
Yokuş yukarı yürüyüşe devam edildiğinde Kadıgölü'ne ulaşılıyor. Bir doğa harikası olan Kadıgölü, aslında bir göl değil, Taşdibi ve Orta Cami arasında yüzeye çıkan Kemaliye'nin arkasını yasladığı Sarıçiçek Dağlarından beslenen çok soğuk ve yüksek debili bir kaynak suyu. İlçenin içme suyu ihtiyacını karşılayan, bağ ve bahçelerin sulanmasını da sağlayan Kadıgölü tarih boyunca Kemaliye'nin hayat kaynağı olmuş.
ETNOGRAFYA MÜZESİ
Halk tarafından bağışlanan yaklaşık 600 parça tarihi eşyanın sergilendiği Kemaliye Etnografya Müzesi, giysi, günlük eşyalar gibi objeler ile Kemaliye'nin son yüzyıldaki yaşamından izler sunmakta. 1800'lerde Ermeni Kilisesi olarak inşa edilen bina tehcir sonrası cemaati kalmayınca 1915 yılında kurulan Türk Halı Şirketine tahsis edilmiş. Halıcılık sanatını 1887 yıllarında ilk olarak kadı Bekir Efendi’nin karısı, Şamlı Fatma Hanım'ın, Kemaliye'ye getirdiği söylenmekte. Halıcılık zaman içinde gelişmiş ve hanelerin gelir kaynağı olmuş. 1915 yılında Halı Dokumacılığı Komandit Şirketi kurulmuş. Türkmen motiflerine sahip, mavi boyalı atkı ipliği ve saç örgüsü şeklindeki kenar saçakları ile özgün yapıya sahip Eğin halıları bu dönemde dokunmuş.
XIX. yüzyılda Kemaliye'nin bir diğer zenginlik kaynağı olan Tekstil sanayi'nin başlangıcı ise 1700’lü yıllara uzanıyor. İpek dokuma için tezgah kuran Kabuloğlu adlı bir Ermeni tüccarın bölge de dut ağacı yetiştirmeyi teşvik ederek, ipek kozacılığını geliştirmiş, ipekli kumaşlar ve ünlü (Mandin) sırmalı ve ipekli çarşafı bile dokumayı başarmıştır. Nedim'in "pembe mandinden ferace pek de şık" diye şiirinde atıfta bulunduğu kumaş o dönemde şık bayanlar tarafından çok tercih edilirmiş. Enfiyecioğlu ve Çelikoğlu, ise Manisa’ya giderek dokuma sanatını öğrendikten sonra Eğin'e dönerek “Manusa” denilen yerel desenin üretimini başlatmışlar.
1890'lı yıllarda Duyunu Umumiye tarafından Osmanlı gelir kaynaklarını tesbit için Anadolu'ya gönderilen Fransız Vital Cuinet raporunda "Pamuklu kumaş, havlu ve yazma adı verilen ürünlerin elle ve makina ile üretildiğini, bunları üreten, 11 manusa, 7 yazma imalathanesi, 7 tabakhane, 9 kürkçü, 8 kumaş boyacısının, ayrıca 15 kundura imalatçısının" bulunduğunu yazmakta. 1892 salnamesinde ise kasaba da halıcılığın çok ileri gittiği, halı, kilim, seccade, manusa ve beyaz bezlerin dokunduğu, 10 halı, 200 dokuma tezgahının dışında sığır derisinden meşin üreten 5 tabakhanenin bulunduğu yer almakta.
Dokumacılık da, Halıcılık gibi 1950 sonrası sanayileşme döneminde, genç nüfusun büyük şehirlere göç etmesi, sanayileşme ile rekabet edilememesi ve benzeri nedenlerle kaybolup gider. Halı Dokumacılığı Komandit Şirketi de faaliyetini sürdüremez. Binası boş kalır. Bir süre ceza ve tutukevi olarak kullanılır, ardından da kaderine terk edilir.
1999 yılında, yörede başlatılan el sanatlarını canlandırma çalışmaları çerçevesinde Kaymakamlık Köylere Hizmet Götürme Birliği önderliğinde Kemaliye'lilerin sağladığı maddi destek ile binayı restore edilerek üç bölüm halinde kullanıma açar.
Binanın alt katının bir kısmı, çok güzel, otantik görünümlü bir kapalı bölümü olan kafeterya haline getirilir. Ağaçlar altında, Karasu'ya yakın bahçesi yaz aylarında çok keyifli bir dinlenme ve sohbet yeri olur.
Binanın eski ceza evinin bulunduğu kısmı ise, Hacı Ali Akın Meslek Yüksek Okulu Halıcılık Bölümüne, uygulama atölyesi olarak tahsis edilir. Burada kurulan tezgahlarda yöre kadınları, halı dokumanın yanısıra el becerisi yeniden canlandırılan özgün manusa (gazenne) kumaşını da dokumakya başlarlar. 1950'li yıllardakiyle aynı yöntemle, kök boylar ile boyanmış pamuk ipliğinden ve yöreye has çizgilerle desenlenerek dokunan kumaşlar ve bu kumaşlardan yapılan şal ve benzeri eşyalar çok değerli hediyelikler olarak büyük talep görmekte. Binanın orta katında büyük salon ara holler, bir büyük ve üç küçük odadan oluşan kısım da ise yöre halkının bağışladı folklorik eşyalar, kıyafetler sergilenmekte.
ANAHİT'İN BEREKETİ
Kemaliye'de bazı evlerde kapının yanında kadın gögsüne benzer bir figür yer alır. Bu Ermeni mitolojisinden günümüze kadar gelebilen ender figürlerden biridir. Bu figür Anahit'in bereketli memeleridir. Anahit ( Ardvi Sura Anahita) Ermenilerin, Perslerden aldıkları Zerdüşt inanç sisteminin Tanrısı Ahura Mazda’nın kızıdır. Yeryüzüne dökülen bütün suların ve kozmik okyanusun tanrısı olarak kabul edilir. “Besleyici Ana, Altın Ana” isimleriyle anılan Anahit, son derece güzel bir genç kız olarak tasvir edilir. Yunan panteonunda Artemis, Roma panteonunda ise tanrıça Diana olarak adlandırılan tanrıçalarla eş yapıdadır. Ermeni tarihçilere göre Erzincan civarında olan Anahit'in tapınağı Romalılar tarafından yıkılmıştır. Ana tapınağın bu kadar yakında yer alıyor olması Anahit kültürünün Kemaliye yöresinde günümüze kadar uzanan kalıcılığını açıklayan nedenlerdedir. Evin dış duvarında yer alan Anahit'in bereket veren memesine dokunarak iyi şans getirmesini dilemek bölgede yaygın bir inanıştır.
KAHVE DE SOHBET KEYFİ
Yokuş yukarı çıkılan gezi rotası, Mani yolunda keyifli bir düzlüğe ulaşmakta. Yöreye hakim "gurbet temasının" en etkili biçimde işlendiği maniler arsında ilerleyen yol bir çay bahçesiyle bitiyor. İnişe geçmeden önce bir idnlenme molası için güzel bir mekan sağlıyor. Soluklandıktan sonra inişe geçiliyor. Şehrin meydanında iki çay bahçesi yer alıyor. Biri yolun kenarında, şehrin erkeklerinin oyun ve zaman geçirmek için rağbet ettikleri manzarası olmayan ancak ağaç altında gölgelik bir mekan. Diğeri ise yolun altında basamakla inilen, karası manzarasına sahip, ailelerin ve kadınların çoğunlukta olduğu sohbet mekanı. Her ikisi de günün sonunda yörenin meşhur dut şerbetinden içerek, çay ve kahve keyfi yaparak sohbet etmek, tüm yorgunlukları atmak, sadece vücudu değil ruhuda dinlendirmek için muhteşem yerler.