
Divriği
Anadolu’daki en güzel taş işçiliğinin süslediği eşsiz Ulucami ve Darüşşifanın yer aldığı Divriği konaklama tesislerinin yetersizliği ve ana ulaşım yollarının dışında olması nedeniyle çoğunlukla günü birlik gezilerle ziyaret edilen bir yöredir. Biz de Divriği’ye her gidişimizi bir taşla iki kuş vurmak özdeyişine uygun olarak Kemaliye’de konaklayarak yaptık.
Divriği Kuzey Anadolu’dan Güney’e doğru Çaltı Suyu vadisini takip ederek ulaşan ticaret yollarından birinin üzerinde yer alması, korunaklı pozisyonu, verimli toprakları ve zengin demir yatakları nedeniyle neolitik dönemden bu yana çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, kadim bir yerleşimdir. Günümüze kadar izleri gelen ve eşrafı tarafından yaşatılan büyük bir kültür birikimi vardır. Divriği’den kopmamış İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi bir dostumuzun Gezi Kolu Perşembe toplantıların bizlerle paylaştığı, komşu kapısı gibi günlük hayattan kesitler, alatlı pilav tarifi ve menkıbeleri, düğün ve takı adetleri saatlerce büyük ilgiyle dinlediğimiz çok renkli anılardı.
Kemaliye’den taş yol üzerinden gidip, Bağıştaş üzerinden dönerek yaptığımız günü birlik gezi sırasında, çok değerli eserler gördük, konakları gezdik, yöresel tatları kendi ortamında, konakların sofralarında yemek ayrıcalığına eriştik, çok farklı ve köklü bir kültürü yaşamanın mutluluğu ile geri döndük.
Divriği tarihi, sarp bir tepe üzerine kurulu kalesiyle çok içiçe bir seyir izler. Bölge de hüküm süren, Pavlikanlar, Mengücekler bu kale var olduğu sürece ayakta kalabilmişler, kalenin düşmesi sonrasında ise yörenin parasal ve kültürel zenginliği ciddi kayıplara uğrar.
PAVLİKANLAR
Hristiyanlığın Teslis (Baba – Oğul ve Kutsal Ruh) inancını reddeden, Semavi Peder’in tüm varlıkları ve dünyayı yarattığına inanan, kiliseyi ve ruhban sınıfını dışlayan, Maniciliğin yoğun etkisinde bir mezhep olan Pavlikanism’in (Paulician veya Bayalika) felsefesi 284 yılında Samsatlı Paul tarafından oluşturulur. Klasik Hristiyanlık inanç yapısına aykırı olan ve kilise tarafından sapkın (heredic) olarak tanımlanan erken dönem Hristiyan mezheplerinden biri olan Pavlikanism, kısa zamanda Ermeni nüfusun ağırlıklı olduğu doğu – güneydoğu Anadolu’da yayılır.
Başlangıçta Bizans tarafından tolerans ile karşılanan ve Araplarla olan sınırda denge unsuru olarak tutulan bu mezhep, müritlerine inançlı olmanın yanı sıra savaşçı da olmayı öğütlediği için ciddi bir güç haline gelir, 800’lerden itibaren ise çok güçlendikleri ve Bizans topraklarına da saldırı düzenledikleri için Bizans’ın hedefi olurlar.
İlk savaşçı lider olan Sergius’un Bizans tarafından öldürülmesinden sonra, oğlu Karbeas, Abbasilerin Malatya Emirinden izin alarak Tephrike (Divriği) de 855 yılında, kendine muhkem bir kale inşa eder ve burayı başşehir yapar. Ardından Malatya Emiri Umar ile birlikte Bizans içlerine kadar uzanan baskınlar düzenler, ganimet toplar. 860 yılında birlikte çıktıkları bir seferde Lalakeon Nehri (muhtemelen Kızılırmak) kenarında Bizans güçlerine mağlup olurlar. Her ikisi de öldürülür. Yerine geçen yeğeni Khrisokheiros bu kez Gürcü Kralığının desteğini alarak 10 yıl boyunca Divriği’de hüküm sürer ve Sinop’a, Ankara’ya, Efes’e kadar uzanan akınlar yapar.
Bizans İmparatoru Basileos, Pavlikanlardan kurtulmak için Tephrike’yi iki kez kuşatır. Kale’nin aşılmaz duvarları ve ulaşılması güç konumu nedeniyle birinci kuşatma başarısız olur. 872 yılındaki ikinci kuşatma da ise Pavlikanlar doğanın hışmına uğrarlar. Kuşatma sırasında meydan gelen şiddetli depremde surlar yıkılır ve şehir düşer. Pavlikanlar toplu kıyıma uğrar. Esir edilenler Ortodoksluğa döndürülerek Balkanlara sürülürler. Dağ köylerinde saklananlar ise inançlarını kendi içlerinde devam ettirirler. Bazı araştırmacılar, 1200’ler de aynı yörede başlayan Babailik’in akımını Pavlikan felsefesiyle irtibatlandırmaktadır.
Divriği Pavlikanların ortadan kaldırılması sonrası Bizans ileri sınır karakolu olarak görev yapar. Kale tahkim edilir ve Arap akınlarına karşı direnecek düzeye getirilir. Malazgirt Savaşı öncesi çıktığı doğu seferinde Romen Diogenes’in bu kale önlerinde Türkmen akıncıları durduğu yazılmaktadır.
MENGÜCEKOĞULLARI
1071 Malazgirt zaferi sonrası bölgenin ikda olarak verildiği Mengücek Gazi Divriği de beyliğine katar. Oğlu İshak Bey sonrası 1142’de ikiye bölünen Mengücek Beyliğinin Melik Süleyman hissesine düşen Divriği kolu, Deprem sonucu yıkılarak Pavlikanların sonunu getiren, sonradan Bizans tarafından onarılan Divriği kalesine yerleşirler. Divriği’nin korunaklı konum sayesinde Kemah kolundan çok daha uzun varlığını sürdürebilir.
1230’larda yaklaşan Moğol tehlikesi karşısında Aleaddin Keykubad’ın (1220 – 1237) emri ile Anadolu’daki tüm kaleler berkitilmeye başlanınca Ahmet Şah, Ulu Cami ve Darüşşifanın inşaatı için Divriği’de toplanmış olan Tiflisli ve Ahlatlı mimarlara kalenin de yeniden ve güçlü biçimde yapılması görevini verir.
1234 – 1241 yılları arasında yürütülen çalışmlar sonrası kale sadece güçlendirilmekle kalmaz, sanatsal yapılarla da süslenir. Kapı kitabeleri günümüze ulaşmayan Kale, 1.220 metrelik surla kuşatılmış yaklaşık 50.000 M2 alana sahiptir. Tepenin doruğunda baba-oğul Süleyman ve Şehin Şahların yaptırdığı cami yer almaktadır. İki evreye (1155 / 1195 ) tarihlenen cami, Anadolu Türk İslam camilerinin ilklerindedir. Önünde yer alan temenos (Kurbangah) neolitik çağa tarihlenir.
Kalenin konsollarında hayvan yontuları bulunan baş kulesi bu özelliği nedeniyle Arslan burç olarak adlandırılır. Ahmedek ve yoğun burç denen Anadolu kale anıtlarının tek özgün örneği budur. Kulenin 1252 tarihli kitabesinde “Mengücek soyunun övüncü Melik Salih’in” adı verilir.. Aslan burçtan kuzeydeki Kuş Mağarasına kadar uzanan daha eski sur kalıntıları 9. Yüzyıldaki Bizans’a karşı Pavlikan direnişini anımsatır. Burcun eteğindeki kaya menfezi, kalenin altındaki Soğuk Mağara adlı doğal sığınağın olası girişiyken zamanla kapanmıştır. Kuzeydeki surlardan Çaltı suyuna inen taş basamaklar su yolunu perdeler. Kale alanında, kasır kalıntısı sarnıç mezar odaları vardır.
Kalenin güçlendirme çalışmaları sürerken 1243 yılında Kösedağ Savaşı gerçekleşir ve Anadolu Moğol yağmasına uğrar. Divriği konumu nedeniyle bu yağmadan ve bozulan düzen sonucu ortaya çıkan salgın hastalıklar ve kıtlıklardan fazla etkilenmez. Sonrasında yaşanan politik çekişmelere de katılmadığı için varlığını ve zenginliğini 30 yıl daha sürdürür.
Divriği Mengüceklerinin sonu bir talihsiz tesadüf ve yanlış değerlendirme sonrası gelir. 1277 de İlhanlı hükümdarı Abaka Hanın, ordusuna baskın yaparak kılıçtan geçiren Memluk Sultanı Baybars’ı hızla takip etmek için kestirme yoldan güneye inmeye kalkması Mengücekoğullarının sonunu getirir. Günümüzdeki tren yolunu takip ederek Çatlı suyu vadisinden ordusuyla aniden belirmesi, aslında kalesini güçlendirmiş ve uzun bir muhasaraya kolaylıkla dayanabilecek hazırlıkta olan olan Emir Salih’i şaşırtır. Gelenlerin, yerel halka zarar vermedikleri bir dialog ortamı oluştuğunu görünce de kaleden çıkar ve karşılamaya gelir. Ancak silahlarını ve zırhlarını kuşanmış olarak geliyor olması Abaka Han tarafından saygısızlık olarak değerlendirilir ve öldürülmesini emreder. Böylelikle Divriği Mengücekoğulları da tarihe karışır. Abaka Hanın kalenin de yıkılmasını emrettiği ancak ordunun süratle takibi sürdürme telaşı içinde bu emrin yerine getirilmediği söylenir.
SONRAKİ YILLAR
Moğolların tahribat yapmaksızın yola devam etmesi ile Mengücekoğulları hanedanı sona erer ancak kurulu olan düzen, işleyen ticaret yolu bozulmaz. Divriği eşrafı kendi içinde müreffeh yaşamlarını sürmeye devam ederler. 1300’lerde Anadolu’yu kasıp kavuran kuraklık ve Sülemiş isyanının açtığı kıtlık ortamında III. Alaeddin Keykubad, diğer bölgelere göre çok iyi durumda olan Divriği’ye gelir. Büyük bir yağma ve kıyım yapar. Bundan sonra bölgede asayiş ve düzen bir daha kurulamaz. Yıkımdan kurtulmuş ama sahipsiz kalan kale, bölgede hüküm süren derebeyleri tarafından, kendi aralarındaki çatışmalar sırasında güç toplamak için korunaklı bir üs, soygun ve yağmalardan sonra da devletten saklanmak için de gözden ırak bir kışlak olarak kullanılır.
1380’de Kara Yülük Osman Bey, 1450’de Memluklerin Divriği Valisi Ebu Bekr, 1480 de ise Mamay Beğ bu kullanımın örnekleridir. 1515 de Yavuz Sultan Selim Divriği’yi zapt eder. Bundan sonra da, zaman zaman gerçekleşen yerel paşa ve beylerin başkaldırıları, celali isyanları yaşanmakla beraber Divriği dirliğini sürdüren yüksek kültür birikimini muhafaza etmeyi başaran bir yerleşim olur.
1649 da Divriği ziyaret eden Evliya Çelebi 300 haneli bir kale içi mahalle olduğunu belirtir. O dönemde kale kentin en güvenlikli yeri olduğundan burada oturanlar kentin ayrıcalıklı bir zümresiymiş. “Kalede ev alınmaz meğer ki miras kala” denirmiş. Kalenin güney yamacına kademeli sıralanan evlerin geceleri ışıltılı manzarası varmış. Ramazan’da Arslanburç’tan Ulucami minaresine mahya ipleri gerilir bir dizi kandil yakılırmış.
Yüzyıllar geçtikçe kalede yaşam zorlaşmış, kentle bağlantı güçlüğü, susuzluk, bağ bahçe olmayışı vb. nedenlerle kale içi yerleşim cazibesini kaybetmiş. Kale halkı bağhane denilen yazlıklara ve şehirde edindikleri evlere taşınmaya başlamışlar. Bugünkü yerleşim yeri gelişmeye, Konaklar, Hanlar ve Hamamlar inşa edilmeye başlanmış. 3 büyük han (Pamuk Han, Dipli Han, Burma Han) ve İki hamam (Hamam-ı Bala ve Hamam-ı Süfla) bu dönemde yapılmış. Yerleşim günümüzdeki dokusuna dönüşmüş. Kale ise kendi haline bırakılarak, bakımsız kalmış. 19 yy. sonunda bölgeye gelen yabancı gezginler terk edilmiş, “duvarları şöyle böyle ayakta duran” bir kaleden bahseder olmuşlar.
Günümüzde Unesco Dünya Mirası Listesinde yer alan Ulu Cami ve Darüşşifası başta olmak üzere 52 adet tescilli anıtsal eser ve 119 adet tescilli sivil mimari örneği barındıran, bunları koruyan ve aslına uygun restore etmeye özen gösteren bir tarihi şehir hüviyetindedir.