
TUNCELİ VE ÇEVRESİ
2014 Yılında Ovacık'ta Belediye Başkanlığı seçimini kazanan "Kömünist" Fatih Mehmet Maçoğlu dönemi boyunca gerçekleştirdiği şeffaf yönetim tarzı, başarılı tarım girişimleri ve sosyal uygulamaları ile tüm Türkiye'nin göndemine yerleşmeyi başarınca, o güne kadar sadece terör olayları ile basında yer alan Tunceli ve Ovacık da doğal güzellikleriyle tanınır oldu.
Tunceli'nin merkezini oluşturduğu, Cumhuriyet tarihinde çok önemli olayların yaşandığı Dersim Bölgesini, ortamı, coğrafyası, kültürü ve insanları ile birinci elden tanımak, bu popülerleşme sürecinden de önce gündemimizdeydi. Kemaliye Gezisini planlarken Karasu'nun diğer yakasına da geçmeyi düşünmüş, ancak tam güvenli yolculuk koşullarının henüz oluşmadığını duyunca ertelemiştik.
İHA'ların kullanılmaya başlanması ile girilemez denilen vadilerin kontrol edilebilir hale geldiğini, terör olaylarının sona erdiğini görünce hemen harekete geçtik, kendimize kapsamlı bir rota çizerek gezi hazırlıklarına başladık. Bayram nedeniyle ortaya çıkan geniş tarih aralığını tümüyle değerlendirmek için de gezimize Van ve Doğubeyazıt'ı da katarak uzun bir program yaptık. Ancak, bir haftada 2.000 km. yakın yol kat edip, çok ayrı iki kültürü anlamaya çalışınca, bu iki bölgeyi ayrı ayrı gezmenin daha doğru olduğunu fark ettik. Gezmek, görmek bir yana bu uzun yolculuk sırasında aldığım notları tek seferde yazmak bile çok zor geldi. Bu nedenle de yaptığımız gezinin notlarını iki ayrı başlık altında, Tunceli ve Van yöreleri olarak paylaşmayı tercih ettim.
DÖRT DAĞ İÇİNDEKİ DERSİM
Geziye başlarken yörenin meşhur türküsü, "Dersim dört dağ içinde / Gülü var bağ içinde / Dersim'i hak saklasın / Bir gülüm var içinde" dilimize takılıyor. Amasya gibi, "Sağı Kaya, Solu Kaya, Ortasında Ali Kaya" olan yerleşimleri biliyorduk ama dört yanının dağ olması yola çıkmadan önce bize biraz abartılı geliyordu. Ancak bölgeye Pertek'den giriş yaptığımızdan itibaren anlıyoruz ki dört rakamı bile çok iyimser. Dersim'in dört yanı dağ ama dağ sayısı dörten çok fazla. Munzur Dağları, Bağırpaşa Dağları, Mercan Dağları sıralar halinde çevreyi kuşatmışlar, aralarında da Arap Kızı Dağı, Buyer Baba Dağı, Düzgünbaba Dağı gibi hakkında söylenceler üretilen, kutsal kabul edilenler yer alıyor. Dağların çevrelediği bu havzaya girmek ve çıkmak ancak çaylar ve nehirler ekseninde oluşan vadiler boyunca olabilmekte. Bu vadiler de Zingediği, Sıçan Gediği, Mercan Boğazı gibi adından da anlaşılacağı üzere dar geçitlerle sonlandığından yüzyıllar boyu Dersim Bölgesi yerel boyların hakimiyetinde olmuş, ne dost ne de düşman destursuz girememiş bu havzaya. Birinci Dünya Savaşı'nda Rus Orduları bile bölgeye girmeden geri dönmüşler.
Dersim isminin kökünün Farsça Der ve Sim kelimelerinin birleşimi ile gümüş kapı anlamına geldiği yaygın olarak kabul edilmekte. Bölgede Gümüş madenlerinin olması, giriş çıkışların dar geçitlerden yapılabilmesi bu kabulü desteklemekte. Bir diğer anlatım ise Orta Asya'da Hazar Denizi'nin kuzeyinde yerleşmiş Deylemliler boyunun Moğol baskısından kaçarak 1256 yılında bölgeye gelmelerine ve buraya kendi boylarının ismini olan Deylem demelerine dayanmakta.
Bölgede yerleşimin Paleotik Çağa (MÖ 12.000) kadar uzandığı yapılan yüzey araştırmaları ve kazılarla belirlenmiş. Bölge de çok sayıda höyük tesbit edilmesine karşın terör olayları nedeniyle henüz çok sınırlı sayıda kazı yapılabilmiş. Özellikle iç kesimlerdeki mağaralarda ve höyüklerde yapılacak çalışmaların Anadolu prehistoryası konusunda eksik bilgileri tamamlayacağı, hatta mevcut bilgilerin yeniden değerlendirilmesini gerektirecek, Göbekltepe ölçüsünde yeni buluşlar ortaya çıkaracağı düşünülmekte.
MÖ 2000 yıllarına tarihlenen, Hurrilerin kurduğu Işuva Krallığı bölge de bilinen ilk devlet. Sonrasında Hititlerin ve ardından Urartuların egemenlikleri var. Yapılan yüzey araştırmaları Urartu döneminde Harput, Palu, Bağın, Mazgirt gibi bölgenin önemli şehirleri arasında çok işlek bir ulaşım yolu ağının varlığını ortaya çıkarmış. Sonrasında Anadolu'nun genel tarihi çerçevesinde, Medler, Persler, İskender, Seleukoslar, Roma ve Bizans bölgeye hakim olmuş. 639 yılında Emevi akınlarının bölgeye de geldiği ve bölgenin Tunceli kurulana kadar merkezi olan Hozat'ın o dönemde kurulduğu biliniyor. Malazgirt sonrası başlayan Selçuklu hakimiyeti, Moğol işgali ile kesintiye uğradıktan sonra XIV. yüzyılda Akkoyunlular, Timur, Safeviler ve Çaldıran sonrası Osmanlı bölgeye hakim olmuş. Ancak bölgenin sarp engebelerle dolu coğrafyası nedeniyle merkezi hükümetin gücü, yerel beyler ile anlaşma ve onalrın arasındaki dengeyi oluşturma düzeyinden ileri gitmemiş, halk ile bir iletişim etkileşim olamamış. İç işlerinde otonom, vasal devlet statüsü yüzyıllar boyu sürdürülmüş. Osmanlı'nın son döneminde ve özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında bölgede iç kaynaklar tükenip, yoksulluk, açlık hüküm sürmeye başlayınca da kendi başlarına devlet gibi hareket etmeye alışmış aşiretler, çevre illere akınlar düzenlemeye, yağma ve soygunla geçinmeye başlamışlar. Cumhuriyet döneminde, çevre illerden gelen şikayetler, yaşanan başkaldırılara son vermek için başlatılan bölgeye yol götürme ve merkezi otoriteyi ihdas etme girişimleri, dış ülkelerin kışkırtmaları ve yanlış yönetimler sonucu hedefinden şaşar ve 1938 yılında Dersim İsyanı olarak isimlendirilen bölge de günümüze kadar acısı hissedilen olaylar gerçekleşir.
Geçen 80 yıl boyunca bölgenin kaderi çok değişmez. 1990'larda bölgenin gerilla harekatına çok uygun coğrafi yapısı ve geçmiş acıların kullanılabilirliği nedeniyle terör örgütleri buraya yerleşir. Ali Boğazı Vadisi yıllarca girilemez olarak nitelenir. İnsansız Hava Araçlarının devreye girmesi ile bu sorunlar aşılır ve 2018 yılından itibaren bölgede güvenlik sağlanır.
Halk tüm olumsuz koşullara karşın, hayatta kalır, birliğini ve kadim alevi kültürünü korumayı başarır. Türkiye'nin en yoksul bölgelerinden biri olmasına karşın okur yazarlık ve eğitim düzeyi Türkiye ortalamasının üzerinde yer alıyor. Sosyal hayat çok canlı, kadın – erkek birlikte çalışıp, birlikte eğleniyor. Güvenlik sağlandıktan sonra Ovacık gözelerinde çoluk çocuk, hep birlikte piknik yapılıyor, doğanın keyfi çıkarılıyor. Kutu deresi plajlarında yüzülüyor, akşam da Munzur kıyısındaki içkili yemekli gazinolarda canlı müzik eşliğinde halay çekiliyor.
Ekonomi ve işsizlik henüz sorun, ancak çarkların döndüğünü gördüğümüz büyük bir turizm potansiyeli var. Mehmet Fatih Maçoğlu 201"9'da Tunceli Balaediye Başkanlığını kazandıktan sonra yaptığı çalışmalarla büyük farkındalık yaratmış. Tunceli yeni ve cazip bir destinasyon olarak büyük tur şirketlerinin programlarında yer almaya başlamış. Pandemi sonrası patlama yaşayacağına muhakkak gözüyle bakılıyor. Dersim harekatının acılarını sürekli hatırlatan karargah restore edilerek Tunceli'nin ilk müzesi olarak açılması, 150 yıl önce kaybolan Anadolu’nun endemik Karakılçık buğdayının yeniden canlandırılarak köylülere tohum dağıtılması, nesli tükenmekte olan endemik dağ sarımsağının canlandırılarak köylü kadınlar eliyle gelir getiren tarım ürününe dönüştürülmesi, gibi çok önemli gelişmeler var.
İDARİ VE ETNİK YAPI
Dersim bölgesinin idari sınırlarını belirleyen Tunceli Vilayeti; Pülümür, Nazimiye, Hozat, Mazgirt, Pertek, Ovacık ve Çemişgezek ilçelerinden oluşmakta. Merkez İlçe olan Tunceli'nin ilk adı Mameki, vilayet merkezi olunca burada ikamet eden aşiretin ismi olan Kalan'a dönüştürülmüş, ardından da merkezi otoritenin varlığını çağrıştıran bir söylemle Tunceli yapılmış. Bu süreç, Kemal Burkay tarafından "Mameki'den kalan Tunceli'dir" diye espriyle anlatılmaktadır.
Tunceli, Bayburt ve Ardahan ile birlikte Türkiye'de toplam nüfusu 100.000 altında olan üç şehirden biri. Ayrıca nüfus sürekli azalmakta. 1965 yılı sayımında toplam 154.000 olan nüfus, 2020 yılında yılında 86.527'ye düşmüş. Ekonomik ve syasal nedenlerle bölgede yaşanan göç bu azalışın başlıca nedeni olarak görülmekte. 1965 de 130.000 olarak belirlenen kırsal nüfus, 2015 sayımında 30.000 seviyesine düşmüş. Bölge nüfusunun %64’ü Alevi. Türkçe bilenlerin oranı % 74, Zazaca bilenlerin oranı %37.
Bölgenin etnik yapısı bir çok spekülasyona konu olan karışıklıkta. Hazar Denizinin kuzey kıyılarında yüzyıllar boyu yaşamış kendi lisanlarına ve kültürlerine sahip Deylemlilerin XIII. yüzyılda Moğol baskısı ile yurtlarını terk edip bu bölgeye yerleştikleri ve beraberlerinde getidikleri dillerinin de Zazaca'nın temelini oluşturduğu söylemi bir grup bilim adamı tarafından savunulmakta. Buna paralel bir görüş de Zazaların, Bizans tarafından ortadan kaldırılan Sasani Devleti'nin bölgeye sığınmış ve izole edilmiş bir bölüm halkı olduğu, Zaza kelimesinin Sasa'dan devşirildiği şeklinde.
Vaspurakan krallığının 1021'de Bizans'a kendi yöneticileri tarafından bağışlanmasından sonra göç eden Van bölgesi Ermeni'lerinin bir bölümünün de bu yöreye yerleşmesi, uzun yıllar birlikte yaşama sonucu evliliklerle ailelerin karışması ve büyük mübadele sırasında yerlerini terk etmek istemeyen Hristiyan dinine mensup yöre halkının mühtedi olması, etnik yapıyı daha da karmaşıklaştırmış, tanımlanamaz hale getirmiştir. Ayrım yapılamadığından da, bölgede yaygın olan bir ifade ile Zazaca “Ma Kırmançi", (ben kirmanciyim) denildiğinde, etnik kökeni ne olursa olsun Alevilik ortak paydasında birleşen kişiler kastedilir.